YAZILI VE GÖRSEL BASINDA - KAMUOYUNDA “ …BALYOZ..” OLARAK İSİMLENDİRİLEN DAVADA 11.ŞUBAT.2011 TARİHİNDE VERİLEN YAKALAMA VE TUTUKLAMALARLA İLGİLİ BARO BAŞKANIMIZIN BASIN AÇIKLAMASI

                       11.Şubat.2011 tarihinde tüm yerel ve  Ulusal TV kanallarında , İnternet Sitelerinde  kamuoyuna duyurulan ve yazılı basınımızda  da hemen ertesi gün ayrıntılı haberlere konu olan  ;  halihazırda da gündemde bulunan ;  kamuoyunun , görsel ve yazılı basınımızın başlangıçtan beri “…BALYOZ…” olarak isimlendirdiği  Silivri Yerleşkesinde görülmekte olan davada 11. Şubat.2011 tarihli duruşmada hazır bulunan içinde Kuvvet  Komutanları ile Ordu Komutanlarının  da bulunduğu Türk Silahlı Kuvvetlerimizin   farklı rütbelerindeki   emekli ve muvazzaf subaylardan oluşan    134 sanığın  tutuklanmasına, duruşmada hazır bulunmayan 29 sanığın da  yakalanmasına dair  kararla ilgili hukukun üstünlüğünü savunma ve koruma görevimiz çerçevesinde  kamuoyuna  açıklama yapma gereği duyduk.

 

                     Baştan beri Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması gerektiğini,  katalog suç tanımlamasının ve suçların kategorize edilmesinin doğru olmadığını, tutuklamanın tedbir ve istisnai nitelikte olup amacını aşarak infaza dönüşmesinin ancak ve ancak yargısız infaz olabileceğini savunduk.  Basın açıklamamıza konu tutuklama ve yakalamaları da bu kapsamda yani Ceza Yargılaması ve Kişi Özgürlüğünün korunması açısından değerlendireceğiz.

 

                     Ceza Yargılamasında usul, esas yerine geçerse, yani  karar kesinleştiğinde kişilerin maruz kalacağı yaptırımlara davanın daha en başında ya da belirli bir aşamasında  başvurulursa  Anayasamızın 19. maddesindeki Kişi Hürriyeti ve Güvenliği, taraf olduğumuz  İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 5. Maddesindeki  Özgürlük ve Güvenlik Hakkı açıkça ihlal edilmiş olur.

 

                    Belirttiğimiz dava ile ilgili kamuoyuna yansıdığı  şekliyle edindiğimiz bilgilere göre, davanın başlamasına 24 saat kala Mahkeme Başkanının değişmesi, yaklaşık 13 celsedir kimlik tespiti ve usuli işlemler yapılırken hiçbir sanığın kaçmadığını Mahkemenin bizzat gözlemlemesi, sanıkların konumu, yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok büyük hizmetler vermeleri, gittikleri her yerin zaten herkesçe  bilinmesi,  davanın başında mevcut olan delil durumunun değişmemesi  hep birlikte değerlendirildiğinde,   durup dururken verilen ani tutuklama ve yakalama kararları    izah edilememekte olup   tutuklama gerekçeleri de gözetilirse, tutuklama ve yakalamaların, yukarıda belirttiğimiz temel ilkelere ve hukuka aykırı olduğu açıktır.

 

 

                     HSYK’nın değişen yeni yapısıyla Mahkeme Başkanını değiştirmesi sonrası bir ihtimal olarak beklenen bu gelişme toplum vicdanındaki kuşkuları yıllarca gideremeyecektir. Olaya ve kişiye göre yargıç değiştirilmemesi, olaylara ve kişilere göre Mahkeme kurulmaması olarak bilinen doğal yargıç ilkesinin bu kapsamda bertaraf edildiğini düşünmekteyiz. Diğer taraftan 16 Aralık 2010 tarihinde başlayacak duruşmadan önce ( 24 saat kala ) yaklaşık 100 bin sayfa olduğunu bildiğimiz dava dosyasının eski Mahkeme Başkanınca incelenmiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yeni başkan tarafından aynı dosyanın incelenmesi zaman açısından mümkün olamayacağından sanıklar nezdinde ve kamuoyunda dava dosyasının yeterli düzeyde incelenip incelenmediğine dair bir kuşku oluşturacaktır.

 

                      Ama en önemlisi bu değişikliğe  artık   toplum vicdanının     “..... 163 sanığın  tutuklanması için miydi ?  ….”  şüphesi  ile yaklaşacak olmasıdır.   Bu kaygının giderileceğinden ümitli değiliz.  Çünkü yine toplumun büyük çoğunluğunun ve bir çok hukukçunun vicdanında; iktidarın ne pahasına olursa olsun kendi yargısını oluşturma çabası içersinde olduğuna,  bunun sonucu olarak yapıları değiştirilen Anayasa Mahkemesi ve HSYK’dan sonra diğer yargı organlarının da kaderlerinin farklı olmayacağına, iktidarın yargının tüm  kurumlarını ele geçirme hedefinin son aşamasında olduğuna dair kaygılar vardır. HSYK’nın Mahkeme Başkanını değiştirmesi sonrasına denk gelen tutuklamalar bu kaygıların  pekişmesine ve artmasına sebep olmuştur.

 

                      Gelinen bu aşamada artık hiç kimse en üst normlarla  teminat  altına  alınmış temel hak ve özgürlüklerinin  güvencede olduğundan bahsedememektedir. Herkes acaba telefonum mu dinleniyor?, ortam dinlemesine mi maruz kalıyorum?. ya da acaba ne zaman göz altına alınacağım?. evim , işyerim  ne zaman aranacak?.  bilgisayarıma ne zaman el konulacak? gibi  daha pek çok kuşku  ile  bir akıl tutulması ve korku sarmalı içersinde ne yapacağını bilememektedir.

 

                      Ama her şeye rağmen geri dönülebilir noktadayız, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bu kuşkuların giderilmesi için tüm kurum ve kuruluşlardan somut adımlar atmasını bekliyoruz.

 

                      Çünkü adalete ve hukuka uygun olmayan hiçbir düzenlemenin, anlayışın kalıcı olması mümkün değildir.  Eninde sonunda hukukun üstünlüğü, üstünlerin hukukuna; hukuk devleti de devletin hukukuna daha doğrusu kanun devletine üstün gelecektir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.  

 

…KAMUOYUNA SAYGIYLA SUNULUR. 15.02.2011

     

          

Av. Rıza ÖZTEKİN

ESKİŞEHİR BAROSU BAŞKANI

Web Tasarım | Eskişehir Web Tasarım